22 Ekim 2024

Diyarbakır’da Bahçeli konuşurken açılan televizyonlar ve altı çizilen yorum: ‘Devlet’ Öcalan ile belli bir noktaya ulaşmasaydı hareket etmezdi

Sur’dan bindiğim taksinin sürücüsü "Barış söyleyen dert görmesin" diyor, Hasanpaşa Hanı’nda buluştuğum bir sivil toplumcu "İki haftadır Bahçeli’nin konuşma saatlerinde canlı yayını açıyoruz" diye gülümsüyordu...

Diyarbakır

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Meclis’teki grup toplantısında konuşurken Diyarbakır’daydım. Bir süredir Bahçeli’nin; DEM’lilerle el sıkışması, dışarıda barış yapılırken içeride de yapılması gerekliliğinden bahsetmesi, sözlerinin geçici, sadece siyasi kazanç için sarf etmediğini vurgulaması, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın atılan adımların, söylenen sözlerin Cumhur İttifakı’nın ortak düşüncesi olduğunu söylemesi ile yeni bir sürecin varlığı ortaya çıkıyor izlenimi yayılıyordu. Hem bu gelişmelerin sokakta nasıl yankılandığını görmek hem de CHP’nin Doğu ve Güneydoğu’daki altı günlük gezisini izlemek için buraya geldim. Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın girişimini çoğunluk ‘Anayasa değişikliği için manevra, geri dönülebilecek bir yön, gündemi oyalama’ gibi gerekçelerle açıkladı. Her birinin kendi içinde haklılık payı olsa da işin daha geniş boyutlu olacağını düşünenlerden, yazanlardan biriydim. Nitekim dün Bahçeli Meclis’teki grup toplantısında belki de bu konuda sarf edilen en önemli cümlelerden birini kullandı:

‘Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın."

Kürt sorunu konusunda sarf edilen, unutulmayan kimi cümleler vardır.

1991 dönemin başbakanı Süleyman Demirel: Kürt realitesini tanıyoruz.

1999 dönemin başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz: Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer.

2006 dönemin DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar: Dağda silah tutacağına düz ovada siyaset yapsın. 

2009 dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan: Kürt sorunu benim sorunumdur.

Elbette bu cümlelerin her biri dönem, konjonktür olarak önemliydi. Ancak Türk milliyetçilerinin en kurumsal, en çok oy alan partisinin liderinin Bahçeli’nin sarf ettiği gerçek anlamda tarihi, sarsıcı bir cümle oldu. Konuşmasının değişik bölümlerinde daha önceden bildiğimiz sert mesajlarını da verdi elbet. Ama Öcalan için hem ‘Meclis’te konuşsun’ demesi hem de uzun süredir tecritte oluşunun sona ermesi talep edilirken onun bir adım öne çıkıp serbest kalabilmesini sağlayabilecek ‘umut hakkı’ndan bahsetmesi çok kritikti.

Gelelim Bahçeli’nin bu çağrıları neye dayanarak yaptığına. Önce somut bir bilgi. Devlet yetkilileri bir süredir Öcalan ile görüşüyor ve belli bir noktaya gelindi. Çatışma, çözüm konusunda çalışanlar ‘barış sürecinin ön görüşme, müzakere, toplumla paylaşma, hareket’ ana noktalarından geçtiğini bilirler. Şu an hareket aşamasına gelinmiş görünüyor. ‘Devlet belli bir olgunluğa gelmeden, hesap yapmadan böyle bir adım atmaz’ diye konuştu daha önce bu konularda çalışmış bir isim.

Bahçeli’nin Öcalan’ın Meclis’te konuşması çağrısı yaparken simgesel bir çatı kurduğunu da düşünmek mümkün. Yollanacak bir mektubun DEM Meclis grubunda okunması olarak da düşünülebilir. Bu konuda görüşüne başvurduğum bir isim ‘mektubun ya da videonun yeterli olmayacağını 44 aydır yakınlarından kimsenin görmediği Öcalan ile doğrudan temasın gerekli olduğunu’ söylüyordu. Yakın gelecekte bir İmarılı ziyareti de mümkün olabilir. 

Tabii temel soru şu: Öcalan ile gelinen nokta nedir?

Kandil’e çağrı yaparak silahların bırakılmasını istemek mi? Ki bu seslendiriliyor. Pek muhtemel biri bu. Kandil buna uyar mı? Çözüm sürecinde Kandil ‘Türkiye’den çekilmeyi yavaşlatmış’, iktidarın yeni bir ‘savaşa hazırlandığını’ söylemişti.

Başka? Mesela Suriye’nin kuzeyindeki bölge Rojava. Orası da belli bir noktaya geldiği anlaşılan sürecin içinde mi? Orası ile ilgili bir çalışma da yapıldı mı? Öcalan’ın Rojava’nın oluşması sürecindeki katkısı, 2014 yılında Türkiye’nin Rojava siyasetini ‘Kürt’e karşı savaş siyasetidir’ diye eleştirmesi düşünüldüğünde bir çağrı yapacaksa bu konunun dışında tutulması mümkün mü? Tabii 2020’de ailesiyle yaptığı telefon görüşmesinde bölgeye dair eleştirileri de hatırlanmalı: 

“Ama dükkân küçük olsun, benim olsun yaklaşımını asla kabul etmiyoruz. Küçük dükkân ne Kürtler ne de diğer kesimler için gerekli değildir. Dükkânın büyük olması ve herkesin o dükkânda kendini temsil etmesi gerekiyor. Bir ırka ya da bir mezhebe değil, ki partimiz bunu da hiçbir zaman kabul etmez, ırk ve mezhep üzerinden örgütlenme yapılmaz.”

Peki neden şimdi?

Ortadoğu’da giderek ısınan sular bir neden olabilir mi?

Ya da İsrail Devleti’nin doğrudan olmasa da dolaylı bir şekilde ‘vekalet yoluyla’ Türkiye’yi hedefe alması ihtimalini bertaraf etmek? Öcalan’ın İsrail ile ilgili tespitleri iktidardan çok farklı değil:

“Suruç, İbranice Seruç'tan geliyor. Seruç, İbrahim'in, Musa'nın atasıdır. Harran Musa'nın kardeşi Harrun'dan gelir. Tevrat'ta bunlar geçiyor. Bu topraklarda her zaman bir İsrail kurulması amacı vardır. Aslında GAP da buna hizmet etmektedir. Ben daha Urfa'daydım 78'de, GAP'ın ilk çalışması başladığında. Oradaki halkımızın toprağını ve suyunu ele geçirme projesi olarak tasarlanıyordu. Kimse İsrail politikalarına karşı direnemiyor.”

Gelelim diğer önemli bir noktaya, CHP’ye. Partinin Genel Başkanı Özgür Özel iktidarın sorunu çözmek için yaptığı çıkışı ‘siyaseten değersizleştirmek’ yerine hem katkı sağlamayı hem de kritik önerilerle iyi bir sonuç alma yolunda çabayı ortaya koyuyor. Şu cümlesi önemliydi: 

“El yükseltiyorum. Ben de Kürtlere devlet teklif ediyorum. Tüm Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi yapalım. Tüm Kürt’lere demokrasi kardeşlik, teklif ediyorum.”

Bu cümlede, kurucu partinin lideri 100 yıl önce kurulan devletin Kürtlerin devleti olmadığını da söylemiş oluyor bir şekilde. Dün gece başlayan Güneydoğu-Doğu Anadolu turunda da Tahir Elçi anmasından Amedspor ziyaretine Roboski’ye simgesel yerleri ziyaret edip önemli mesajlar verecek.

Bitirirken…

30 yıldır gazeteci olarak gelip gidiyorum Diyarbakır’a… Yeniden barışın konuşuluyor olması buraya heyecan getirmiş. Sur’dan bindiğim taksinin sürücüsü ‘Barış söyleyen dert görmesin’ dedi. Hasanpaşa Hanı’nda buluştuğum bir sivil toplumcu ‘İki haftadır Bahçeli’nin konuşma saatlerinde canlı yayını açıyoruz’ diye gülümsüyordu. İktidarın çerçevelediği değil tüm toplumun katıldığı, katkı sunduğu, şeffaf bir süreci izlendiği süreç önemli olur. Ben yazıya son noktayı koyarken Özgür Özel bir konvoyla kalacağı otele geldi. Grup Nuda karşıladı onu zılgıtlarla, arbane ile… Ez kevokım’ı söylediler. ‘Güvercinim…’ Barış güvercinlerine özlemle…

CHP Çınar Gençlik Kolları CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i karşıladı
Murat Sabuncu Diyarbakır'da

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kalabalık bir yalnızlığın içinde, toplumsallığın çöküşü

Türkiye’nin durumunu dünyanın genelindeki ‘beyin çürümesini de kapsayan’ kalabalık içindeki yalnızlık olarak düşünebiliriz. Bu durumdan çıkışın yolu ortak değerler, acılar, mutlukları elbette demokrasi ve hukukun içinde yeniden anlamlandırmadan geçiyor

Dışarıdaki ‘özgüven’ içeriye ‘baskı’ olarak yansıyor, 2025 özgürlükler konusunda çok zor yıl olacak

Suriye’de oluşan yeni rejimin riskleri, oluşabilecek sıkıntıların faturasının Türkiye’ye yazılması ihtimâli olsa da şu an itibarıyla Erdoğan, Fidan ve Kalın dünyadaki pek çok ülkenin de Suriye’deki gelişmeler konusunda referans aldığı-ciddiye aldığı en önemli üç isim

Hastaneye götürülürken MS hastası Tayfun Kahraman’a yapılan ve ‘soruşturma izni’ verilmeyen eziyetin görüntüleri!

Cezaevi aracı içinde acı çektirilen bir MS hastası Tayfun Kahraman; sen eziyetin resmini yapabilir misin Abidin?

"
"